Ekrem İmamoğlu’nun Tutuklanması ve Faşizan Politikalar

İktidarın Faşizan Politikaları ve Böl-Yönet Stratejisinin İflası
Türkiye’de devlet aygıtı, son yıllarda giderek daha açık bir faşizan karaktere bürünüyor. Ekrem İmamoğlu’nun hukuksuz tutuklanma girişimi, bu rejimin artık her türlü demokratik kılıfı attığının en net göstergesi. Ancak bu durum, “muhaliflerin hataları” üzerinden okunacak basit bir siyasi kriz değil; doğrudan iktidarın örgütlü bir devlet terörü stratejisinin sonucu. Tabii ki HDP’li belediyelere kayyım atanırken, Kürt siyasetçiler tutuklanırken, doğuda savaş politikaları yoğunlaşırken şuanki muahlifler neredeydi demek kadar doğal bir soru yok? Dün devletin Kürt halkına yönelik baskılarına sessiz kaldıklarında aslında iktidarın elini güçlendiren onlardı. Çünkü faşizm, muhalefetin bölünmüşlüğünden beslenerek büyür.
Hukukun Açık İhlali: Devlet Terörünün Kurumsallaşması
AKP-MHP iktidarı, kendi siyasi çıkarları için hukuku tamamen araçsallaştırmış durumda. İmamoğlu’na yönelik bu son hamle, 2016 sonrasında Kürt hareketine, sol örgütlere, akademisyenlere ve gazetecilere yönelik baskıların aynı zihniyetle devamıdır. Anayasa Mahkemesi kararları bile uygulanmıyor, yargı tamamen siyasallaşmış durumda. Bu, bir “hukuk devleti” sorunu değil, açık bir diktatörlük pratiğidir.
İktidar, kendisine muhalefet eden herkesi “terörist”, “vatan haini” ya da “dış güçlerin maşası” ilan ederek linç kültürünü besliyor. Bu yöntem, Nazi Almanyası’ndan Pinochet’nin Şili’sine kadar tüm faşist rejimlerin ortak taktiğidir. Bugün Türkiye’de yaşanan, tam da budur.
Kürt Hareketine Yönelik Soykırımsal Politikalar ve İktidarın Perdesiz Yüzü
Aynı iktidar, Kürt illerinde savaş politikalarını tırmandırırken, HDP’li belediyelere kayyım atarken, Rojava’ya yönelik işgal operasyonları düzenlerken hiçbir demokratik kılıfa ihtiyaç duymadı. Çünkü Kürt düşmanlığı, Türkiye devletinin kurucu kodlarında var. Bugün İmamoğlu’na yönelik operasyon da aynı zihniyetin ürünü: Muhalif olan herkes, “devlet düşmanı”dır ve imha edilmelidir.
Ancak bu kez bir fark var: İktidar, artık kendi tabanı dışındaki tüm toplumsal kesimleri hedef alıyor. Bu, faşizmin klasik “iç düşman” yaratma politikasının genişletilmiş halidir. Önce Kürtler, Aleviler, sosyalistler… Sonra sıra liberal muhaliflere, hatta kendi eski ittifaklarına gelecek. Faşizm, kendi çocuklarını da yer.
Rojava Direnişi: Faşizme Karşı Evrensel Mücadelenin Simgesi
Rojava’da Kürt halkı, DAİŞ çetelerine karşı verdiği mücadeleyle tüm dünyaya faşizme nasıl direnileceğini gösterdi. Bugün Türkiye devleti, bu devrimci deneyimi boğmak için her yolu deniyor. Ancak Rojava’daki direniş, aynı zamanda Türkiye’deki faşizme karşı mücadelenin de bir parçasıdır. Çünkü aynı iktidar, hem Rojava’yı bombalıyor hem de İstanbul’da demokratik belediyecilik yapmaya çalışanları hapse atmaya çalışıyor.
Türkiye’deki devrimcilerin görevi, bu iki cephe arasındaki bağı görmek ve ortak bir mücadele hattı örmektir. Faşizm, ancak uluslararası dayanışmayla yenilebilir.
Sonuç: Faşizme Karşı Tek Seçenek – Örgütlü Direniş
Bugün Türkiye’de yaşanan, basit bir “siyasi kriz” değil, açık bir faşist diktatörlük inşasıdır. İktidar, tüm demokratik kurumları yok ederken, buna karşı çıkacak örgütlü bir gücün zayıflığından yararlanıyor.
Ancak tarih şunu gösteriyor: Faşizm, ancak örgütlü halk direnişiyle yenilir. Bugün yapılması gereken, tüm demokratik güçlerin bir araya gelerek bu saldırılara karşı ortak bir mücadele cephesi oluşturmaktır. Çünkü unutmayalım:
Faşizme karşı susanlar, bir gün kendi seslerinin bile yasaklandığını gördüklerinde, artık çok geç olabilir.